26 Nisan 2013 Cuma

Binbir Gücük Masalları




Deli Gücük, yazar Levent Cantek’in yoğun uğraşları sonucu Osmanlı Taşrasında Korku ve Dehşet Hikâyeleri adıyla 2009 yılında bir kitap olarak başladı. Bu çalışmayla, Türkiye’de ilk defa bir kahramanın maceraları, farklı yazar ve çizerlerin yorumuyla, ortak bir albümde toplanmış oldu. Böylece birbirinden çok farklı anlayışlarla çizgi romana tutkun insanlar, birikimlerini Deli Gücük’e aktardılar. Fumetti’den, Amerikan ekolüne; Sandman’dan; Borges’ye ve Kemal Tahir’e, edebiyat ile çizgi romanın en farklı ve etkili boyutları bir araya geldi.  Tıpkı Osmanlı Taşrası gibi kurak, zorlu, hırslı yayıncılık dünyasında, bu muğlak, tekinsiz ruh, Deli Gücük miti doğdu. İkinci albüm Deli Gücük, Alacakaranlık Zamanlar hemen bir yıl sonra, 2010 yılında çıktı. Listeye 2012 yılında çıkan Murat Başekim'in  DG (İletişim Yayınları) isimli hikâye kitabını dahil etmek gerekiyor.  Deli Gücük, Zifirname ise bu zincirin son halkası. Otuza yakın insanın katkısıyla hazırlanan bu siyahî seyyahın serüvenleri Türkiye’de eksikliği duyulan bir boşluğu dolduruyor aslında. Masal geleneği, kahramanlık mitleri, modern anlatı biçimleri fantastik ve korku türünün ince örneklerine dönüşüyor çünkü. Grafik roman, anlamı oluşturmak için hem görselliğe hem de yazıya başvurulan bir ifade biçimi. Ne büyük harfle “edebiyat”, ne de büyük harfle “sanat”. Grafik roman, her ikisidir ve aynı zamanda bambaşkadır. Deli Gücük Zifirname albümü için başarılı bir grafik roman çalışması denebilir. Dikkat çeken bir diğer unsur, hikâyelerin, fantastik ya da korkuyu belki de bir tür olarak ayırmamamız gerektiğini hatırlatması.

Zifirname’deki korku ya da fantastik aslında, yaşamın üzerinde en az durulan yönleriyle ilgilenen edebiyat anlamına gelebiliyor. Bir taraftan ürkütürken, diğer taraftan yaşamın temel meseleleri üzerinde düşündürüyor. Ve elbette Deli Gücük pek çok fantastik mahlukat ile kapışmayı da ihmal etmiyor. Eninde sonunda bu bir hikâye…Deli Gücük’ün ortak bir üretim olması, muğlak kahramanın her hikâyede farklı bir yüzünü göstermesi gibi kendine has nitelikleri var. Bu da onu özgün bir konuma yerleştiriyor. Üçüncü albüm Zifirname ile bu konum hem “kahramanımız” Deli Gücük,  hem de üreticiler açısından iyice perçinlenmiş görünüyor. Bunca hikâyeyle anlatılan Deli Gücük kim peki? Bir iblisin rüyası mı, vicdan denen karmaşa mı, sinsice içimizi oyan karga sesleri mi, sessizce ölümümüzü bekleyen akbabalar mı, bir eşkıya ruhu mu yoksa anlı şanlı bir eşkıyanın ta kendisi mi? Bir hikâye evreni kurulmuş durumda ve asıl başarı bu galiba…. Osmanlı taşrası dediğimiz, adım atsanız ölülere, cinlere, ruhlara, gulyabanilere rastladığınız bir kronotop. Öykülerdeki mahlukların ruhları acılı, beşeriyetleri hırslı. Kimi zaman Deli Gücük onlarla çarpışırken, bazen de onlardan biri oluyor. Deli Gücüğün yolu bazen “tarih” olmuşlarla kesişiyor, bazen de “mit” olmuşlarla.

Albümdeki hikâyelerden devam edelim:  Aziz Tuna'nın yazdıkları daha yavaş hikâyeler, edebiyata yakın bir dili var. Deli Gücük'ün vicdanıyla hesaplaşmasını daha önceki albümlerde görmüştük aslında. O temayı sürdürmüş Tuna. “Benim Temiz Vicdanım”, “İki Aç Gözlü Adam” ve “Köle” isimli üç hikâyesi albümün “vicdan üçlemesi” olarak tanımlanabilir. Borgesvari bir rüya-kabus dengesi de aramış. Hayal ile gerçeğin, uyku ile uyanıklığın karıştığı hikâyeler de var. Koray Kuranel'in çizdiği "Sıcak ve Güzel Evim", Taner Duran'ın çizdiği "Benim Temiz Vicdanım" bu türden hikâyeler.  Albümün bütününe bakıldığında Zifirname yerine Kabus adı seçilebilirmiş çünkü pek çok hikâyede bu uyku hali, yaratılan mite esir olarak korkma, gerçek ile sanrının karışması hakim bir tema olmuş. Can T. Yalçınkaya'nın yazdığı “Uyuyorlar Alim, Uyandırma” iki çizerli hikâye de buradan besleniyor örneğin. Murat Başekim, Aziz Tuna'ya göre daha doğrudan korkuya yönelebiliyor. Türe hakim olduğunu gösteren maharetli bir dil kullanıyor. Korku edebiyatının trüklerini, popüler edebiyatın klişelerini ya da çok bilinen bir tarihi anlatıyı temel alabiliyor. Epik bir dile sahip. DG isimli hikâye kitabının hakkıyla değerlendirilmediğine inanıyorum. Popüler edebiyatçılardan çok daha farklı bir anlatım gücüne sahip çünkü. Hikâyesi itibarıyla ilgi çekici olan Jack, Hakan Tacal'a ait. Dil ve üslup itibarıyla severek yazıldığını hissettiriyor. Karındeşen Jack mitini Deli Gücük evrenine katan oyunbaz bir katkı.

Çizerlere gelince, onların işi daha zor belki de. Çoğu esasen başka işler yapan, fırsat buldukça çizgi roman üreten isimler oldukları anlaşılıyor. Türkiye'de çizgi roman çizerek geçinebilmek neredeyse imkansız olduğu için şartları zorlayarak ürettiklerini hatırlamak gerekiyor. Albümün bir antoloji, kısa hikâyelerden oluşan bir derleme olmasının nedeni de burada gizli. Başka türlü çizilebilirmiş hissine kapıldığınız oluyor ama profesyonel, ne yaptığını bilen, arayan ve iştah gösteren çok sayfa okuyor, seyrediyorsunuz. Albümün sürprizi uzun senelerdir çizgilerini görmediğimiz Soner Tuna olmuş. Uzun bir Eşkıya hikâyesi çizmiş. 19.yüzyıl gravürlerini hatırlatan bir çini kullanmış. Murat Başol'un daha çok çizmesini, Koray Kuranel ve Korkut Öztekin'in daha iddialı işlere girmesini istiyorsunuz. Albüm bittiğinde kısa, sürpriz sonlu hikâyeler yerine daha uzun soluklu, karakterlerin derinleştiği çok sayfalı albümler beklemeli miyiz diye sorası geliyor insanın. Koşulları tahmin etmekle birlikte ben bekliyorum şahsen. Umarım olur. 

Sezen Murat, 19.4.2013, Radikal Kitap

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...