29 Haziran 2010 Salı

Kayıp Kırmızı


Kayıp Kırmızı: Hayatımızda eksik olan renk. Herkes farkında değildir ama yokluğunun.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Ölmeyi Reddeden Eşkıya Avcısı


‘Ray Bradbury’nin değişmez meselesidir ‘Bilginin Kaybı’. Gelivermiş bir gelecekte veya mahşeri bir ‘atom savaşı’nın ertesinde, viranların arasında, eski dünyanın yitik bir değerini bulur çocuklar ya da kaşifler; bu bazen orijinal Mona Lisa’nın paçavrası kalmış buruk tebessümü, bazen de bireysel ‘mobil robot öğretmenler’den çok evvel kullanılmış, ‘kitap’ denilen eski ve antika bir icattır.

2010 yılından baktığımızda Bradbury’nin kehanetlerinin çok da ıskalamadığını söyleyebiliriz ne yazık ki. Bir şeyler unutuluyor; bir şeyler zamanın heyelanına kapılıp altımızdan kayıyor.

Şimdi çocuklara kim anlatacak TRT’de yayınlanacak ‘o filmi’ günlerce beklemeyi, veya bir Haziran Cumartesi sabahı alınan çizgi romanın sayfalarında kaybolup gitmeyi? ‘Sock’ ile ‘Smack’ gibi ses efektleri arasındaki ince farkı? Veya öykünün en nefis yerinde beliriveren ‘Devamı Gelecek Sayıda’dan alınan o mazoşist hazzı?

21. yüzyıla, o eski sağlıklı haliyle sağ çıkması şüpheli şeylerden biri de çizgi roman gerçekten de. Bu aralar her yerde beliren ‘Edebiyat Uyarlamaları’na bakacak olursak manzara başka tabii. O zaman ortalık çizgi romandan geçilmiyor bile denebilir. Ama zaten marketlerde satılan o alüminyum tadındaki kırmızımsı mat şeylere de ‘domates’ deniyor bugünlerde.

Bit pazarına nur yağa dursun, bir grup yaratıcı kendi pazarlarında kendi meyvelerini satmak üzere Deli Gücük isminde bir karakter yaratmış ve 2009 baharında bu ürünü özenli bir kitap ile tomurcuklandırmışlardı. Yabancı kökenli kuzenlerine kıyasla çok daha üstün illüstrasyonlara sahip olmanın yanı sıra Deli Gücük: Osmanlı Taşrasından Korku ve Dehşet Hikâyeleri adlı bu çizgi roman / kısa öykü antolojisi okuyucunun dikkatini, konu olarak seçtiği malzeme ve otantik diyalogları ile de çekti.

Uzun zamandan beri ilk kez bir macera kahramanı ‘Lanet olsun!’, ‘Kahretsin!’ gibi nidalar sarf etmiyor; bir Orta doğu ülkesinin çöllerinde pahalı savaş makinelerinin ve fiyakalı teçhizatların, hasımlara gözdağı dolu, fetiş boy gösterisine alet olmuyordu. Holivud ve Batı macera geleneği eşkıyaların eline düşmüştü.

Deli Gücük’ün öyküleri de bir Orta doğu ülkesinin ‘çölü’nde geçiyordu aslında.

Ama bu kez egzotik bir dekor değildi; fiyakalı kahramanın yumruğuna ilginç bir arka plan sağlamak üzere bulunmuyordu bu ülke. Doğru diyalog, konu malzemesi ve desen birleşince okuyucu Osmanlı Taşrası denilen o uzak ve ürkütücü iklimin tüm kokularını soluyuverdi; dağların reyhanlı rüzgârını, kasabaların nargileli ıhlamurunu, barutun kekremsi güherçilesini, dolgun yosmaların korselerinden tüten taze lavantayı, bir kaya dibinde oluk oluk kanayan eşkıya etinin tütünlü terini; köylerin, ışıksız ahırların talaşlı tozunu burnunun direğinde duydu okuyucu. Osmanlı Taşrası, toprağını ve çakılını kitabın sayfalarından okuyucunun pabucunun içine boca etti neredeyse.

Ve okuyucu, iyi bir çizgi romanın yüksek bir Amerikan gökdeleninin tepesinden yumruklaşmaktan ibaret olmadığını da gördü galiba. . .

Aradan bir yıl geçti, şimdi başka bir baharda Deli Gücük yine meyve verdi. Bu kez albümün adı Deli Gücük: Alacakaranlık Zamanlar. Mekân yine Osmanlı taşrası, aktörler ise yine zalimler, uğursuzlar, mahluklar ve mazlumlar. Ve Rumeli’den İran sınırına kadar herkesin fısıltısının bir köşesinde gizlenen Deli Gücük. Bir masal kırk ilde nasıl kırk biçime bürünürse, Deli Gücük de o kadar değişken. Bir çizgi roman kahramanı olarak oldukça aykırı. Belirli bir ‘orijin’i veya sıkıştığı zaman başvurduğu, tanımlı bir ‘güç seti’ yok. Çapulcularla çatışırken tüfek de kullanabilir, bir âdemoğluna ait olamayacak kadar hızlı çiğneyip öğüten bir çene de. . .

Bir başka erdemi ise, yaratıcıların kendilerini taklit edip, kolaya kaçarak, basitçe ‘Deli Gücük II’ yapmaktan kaçınıp, bu kez daha ilerlemeci bir yol seçmeleri. Deli Gücük’ün öykülerinin kimyasındaki hassas formül duruyor hala elbette. İsteyen buna ‘Metafiction Anadolu Westerni’, ‘Post-modern Eşkıya Edebiyatı’, isteyen ‘Osmanlı Gotiği’ diyebilir. Ama belli ki yaratıcılar, Deli Gücük’ün mevcut kırk tanımı ile yetinmek istememiş ve Yedi Kargalı Tekinsiz Kahramanlarını yeni öykülere, önceden görmediğimiz karakterlerin yanına taşımış. Gücük’ün kırk birinci öyküsünü anlatıp, kırk birinci suretini göstermek istemiş.

Öncelikle, epik diyebileceğimiz bir uzunlukta, çizgi roman ile kısa hikâyenin iç içe geçtiği, üç perdelik bir dev macera ile başlıyor bu yeni cilt. Deli Gücük birbirinden tuhaf düşmanlarla, garabetler ve masal haramileri ile savaşırken bir yandan da kendini, zorbalara karşı savunduğu insanların bürünüverdiği başka zorbalıkların ortasında buluyor. Kolay cevaplar yok Deli Gücük için bu kez. Masalsı hayatının ve ‘Anadolu’ya adalet dağıtan hortlak kahraman’ zanaatının bu evresinde kendini daha çok sorguluyor. Deli Gücük, ete kemiğe bürünmüş anti-tezi ile yüzleşiyor hatta.

Bu ‘Linç Trilojisi’nin ardından kısa öyküler boy göstermeye başlıyor yeni antolojide. Yeni yazarlar ve çizerler yeni Gücükler yaratıyor yine. Öykü anlatma sanatının üç köşesini de, keyiflerince ziyaret ediyor yaratıcılar; macera, atmosfer ve karakter öykü türlerinin üçüne de uğruyor Deli Gücük’ün kargaları ve yazarları

Deri yüzen katiller, keskin nişancılar, Helenistik ormanlarda Yunan askerleri, ecinnilerin büyük anası, loğusaların musallatı, cüzamlılar, Nasrettin Hoca, Don Kişot, konuşan köpekler ve daha başka karakterler Deli Gücük’ün eskimiş çarıkları ile yürüdüğü Osmanlı taşrasında, hasım ya da müttefik olarak karşısına çıkıyor. Dostların dermanları Gücük’ün işine yarayacak mı, orası meçhul. Zira bu kez cendere daha bir amansız, kahramanımız için.

Salt tüketici olmanın zahmetsiz yolu yerine malum nice güçlüğü göze alarak, bir değil ikinci kez kendi özgün öykülerini anlatma ‘deliliği’ni gösteren Deli Gücük yaratıcılarının bu yaptığı, küçümsenmemesi ve desteklenmesi gereken bir cesaret eylemi.

Öyle ki, aşırı iyimser bir genelleme ile, ‘Yeni Türk Sineması’nın öne çıktığı şu günlerde belki de ‘Yeni Türk Çizgi romanı’nın doğuşunu müjdeleyen bir manifesto olacak Deli Gücük ve onun Osmanlı Taşrasından Korku ve Dehşet Hikayeleri.

Umarız Ray Bradbury’i mahcup ederler.

Futuristika'dan alınmıştır.

20 Haziran 2010 Pazar

Deli Gücük İmza ve Eskiz Günü Yapıldı












Deli Gücük İmza ve Eskiz Günü 19. 06.2010 Cumartesi Günü Ankara Ankamall'de yapıldı. Sadece okurlarla, yazar-çizerlerin değil, üreticilerlin de biraraya gelmesi için bir fırsat olan günde, çizgi romandan ve Deli gücük'ten konuşuldu. Eskizler yapıldı, indirimli kitap satışı yapıldı, kitaplar imzalandı. Etkinlik 4 saat sürdü.

18 Haziran 2010 Cuma

Murat Başol: “Bizim Nesil Edebiyatla Anlaşamadı”


Deli Gücük-Alacakaranlık Zamanlar'ın çizerlerinden biriyle Murat Başol ile konuştuk.

Sizi Deli Gücük'ün ikinci albümünden tanıyoruz. Çizgi romanla ilgilenir miydiniz? Bize kendinizi tanıtır mısınız?


Hep ilgilendim. Profesyonel çizerliğe karikatür çizerek başladım. Sonra çizgi roman (Dıgıl dergisi) çizsem de karikatür temelli çizgili hikâyeler oldu. Animasyona merak saldıktan sonra dergi çizerliğinden uzaklaştım. Şimdi çizgi ile ilgili herşeyle ilgileniyorum. Çizgi roman yapmak ta bunlardan bir tanesi...
 

Deli Gücük daha çok Avrupalı bir tarza sahip, bilmem katılır mısınız? Pek üretim yapılmadığı için bir ayrım yapacağım. Dergiler dışında örneğin Çapa Grubu da Amerikan süper kahraman tarzında işler yapıyor. Siz nasıl tanımlarsınız çizerlik anlayışınızı...

Çizgi kültürümüz hep Avrupalı oldu ama Amerikan ekolünü de “süper hero” olayıdır diye kestirip atmak, haksızlık olur. Çok farklı işler üreten bir endüstriden bahsediyoruz. Aslında bana kalırsa ekollerin bittiği bir döneme giriyoruz. Bütün dünyadaki çizerler birbirleriyle etkileşim içindeler. Bu geçmişle kıyaslandığında yeni bir şey… Yirmi yıl önce Brezilya'daki adamın nasıl çizdiğini bilemezdik. Şimdi biliyoruz. Deli gücük de Avrupa ekolü gibi duruyor. Öyle olmalı zaten. Çapa grubu Amerikan tarzı işler yapması tamamen tercih meselesiydi. Çizerlerinin hedefi zaten Amerikan çizgi roman piyasasına çizmekti ve bu gerçekleşti. Rakibi çok olan bir lige girmek büyük başarıdır, fanzin yayınları ise hâlâ devam ediyor.
 

İyi bir çizgi romanın olmazsa olmazı neler sizce?

İyi anlatım. 
 

Soruyu genişletelim. Türkiye'deki yerli çizgi roman üretimlerinin en önemli sorunu veya ne iyi yaptığı şey nedir sizce?

Üff kazık soru oldu ama yinede bir şeyler geveleyeyim. On beş yirmi senedir okurla bağ bir yerde koptu ve bir türlü yeniden kurulamadı. Zeplin, RR, Joker gibi dergilerin çıktığı dönemden beri yapılan denemelerin tümü bu bağı kurmak içindi. Bana göre bir hata var. O da bizim nesil edebiyatla iyi anlaşamadı. Bir içerik sorunu yaşanıyor. Okur iyi çizgi aradığı gibi çarpıcı hikâyeler de ister. Daha cesaretli içerikler üretmemiz gerekiyor. Çok sıradan öyküleri okumak “meğerse öyle değilmiş de böyleymiş” sonucu okuru heyecanlandırmıyor. Bir de sinema gibi çok güçlü bir anlatım aracı varken kim alır sizin derginizi. Çekici olmak gerekiyor. Okurun gerisinde kalmak yazar ve çizer için zavallılıktır. Şu da var: yazarın, çizerin, şairin, oyuncunun, müzisyenin beraber takıldıkları bir dönemle bugünü karşılaştıramayız. Başka bir zamanda yaşıyoruz artık. Başka bir analiz yapmak gerekiyor. Bu günün okuru ya da okumayanını tanımamız gerekiyor. 
 

İnsanlar pek bir araya gelemiyorlar üretim için. Hırslarını ve rekabetçi hislerini bir kenara koyamıyorlar. Deli Gücük bu anlamda ilginç bir farklılık taşıyor. Nasıl katıldınız ekibe?

Ülkenin ana sorunu bu. Ekip olmak, örgütlü olmak vs. aynı şeyler. Hırs ve rekabet dediğin şeyler piyasada olur. Bizde piyasa da yok. O zaman bunun adı başka bir şey olmalı. Ben çizmek istediğim için katıldım deli gücük ekibine. Sağ olsunlar (Aziz Tuna) kabul ettiler. Bir kaç sayfa katkım oldu. 
 

Deli Gücük bir kahraman sayılabilir mi?

Elbette, Anadolu masalları ile aynı şey Deli Gücük. Kulaktan kulağa anlatılan ve değişen hikâyeler gibi. Tek ortak noktası kahramanı...
 

Deli Gücük'ün kargaları konuşuyor olabilir mi gerçekten?

150 sene yaşayan kargalar var. Ee o kadar sene gak-guk la geçmez herhalde.

Sanat uzun hayat kısa mı?

Evet.

Seruven.org sitesinden alınmıştır
link

15 Haziran 2010 Salı

Deli Gücük İmza ve Eskiz Günü



Deli Gücük: Alacakaranlık Zamanlar Kitabının imza ve eskiz günü19 Haziran Cumartesi günü Ankamall Alışveriş Merkerzinde D&R Kitapevinin bulunduğu kattaki standda yapılacak. 13:00-17:00 saatleri arasındaki etkinliğe tüm Deli Gücük okurlarını, çizgi roman severleri, yazar ve çizerleri davet ediyoruz. Standda ayrıca Deli gücük kitapları ve Tam Macera Dergileri %50 indirimli olacak, posterler ve eskizler satılacak.

Osmanlı Taşrasında Bir Adalet Dağıtıcısı


Edebiyat uyarlamalarının ilgi görmesi, farklı türlerde üretilmiş birçok çizgi romanın dilimize çevrilmesine vesile oldu. Çizgi roman denilince akla ilk gelen ve hali hazırda düzenli olarak yayımlanan Amerika süper kahraman çizgi romanları, İtalyan fumettileri ve frankafonların yanına birçok farklı ülkeden yazar-çizerlerin ürettiği politik çizgi romanlar, biyografik çizgi romanlar, macera, korku, polisiye gibi popüler türlerde üretilmiş eserler eklendi. Birçok yayınevi çizgi roman dizileri oluşturmaya başladı. Pek farkına varılmıyor ama önemli bir eksik var aslında: yeni üretilen yerli çizgi romanlar... Deli Gücük: Alacakaranlık Zamanlar işte bu eksikliği bir nebze olsun giderebilecek türde yerli bir çizgi roman kitabı.

Deli Gücük’ün ilk albümü geçen yıl çıkmıştı. Benzer bir mantıkla ikinci bir albüm hazırlanmış. 19.Yüzyıl Osmanlı taşrasından gezinen bir seyyah Deli Gücük. Alacakaranlık Zamanlar adıyla derlenen yeni albüm, eksikliği her daim hissedilen, ancak örneklerine nadir rastladığımız, bu toprakların tarihinden ve kültüründen beslenen bir anlatı olarak tanımlanabilir. İnsanlar Anadolulu. Öyküler tarihten, Anadolu söylencelerinden, masallarından ve efsanelerinden ilham alınmış. Ancak salt bir efsane anlatıcılığıyla yetinilmemiş. Aksine her hikâye günümüz insanının dertlerine dokunmayı amaç edinmiş gibi. Sanki zamanın ruhunda eksikliği hissedilen idealize bir ahlaktan müteşekkil bir vicdan arayışı söz konusu... Nitekim kitabın sonundaki bir öyküde Deli Gücük kendi vicdanıyla hesaplaşırken bu arayışın ne kadar çetrefilli olduğunu açığa vuruyor.

Alacakaranlık Zamanlar’ın başka bir yönü de kitabın bir çizgi roman antolojisi olması. Tıpkı yerli çizgi romanlar gibi antolojilere de ülkemizde pek sık rastlanmıyor. Otuza yakın yazar-çizerin ortak ürünü Alacakaranlık Zamanlar. Ortak çalışmaların zorluğu düşünülürse, fedakârlık ve sebat gerektiren bir çaba olması nedeniyle müstesnalık ölçüsünde dikkat çekici... Anlatılan hikâyelere bakıldığında fantastik nitelikli korku türüne yoğunlaşıldığı görülüyor. Ama üreticilerinin amacının okuyucuya kâbuslar göstermek olmadığı hemen söylenebilir. Ses ve görüntü efektlerinin olanaklarından sonuna kadar yararlanan filmler bile -özellikle korku türü meraklılarını- korkutmakta zorlanırken durağan çizimlerle bunu başarmak gerçekten kolay değil. Korkutmayı bir amaç haline getirdiğinizde, kanlı sahneleri, iğrençlikleri, canavarları, yaratıkları usta bir kurgu ve hikâyeleme içinde anlatabilirsiniz ancak gerçekten korkutabilir misiniz? Deli Gücük’ü okuyanlar görecektir, her hikâye aslından korkunç olanın canavarlar değil insanlar olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Nitekim kitabın kahramanı birçok kere insanlardan değil canavarlardan yana taraf oluyor. En azından insanlarla canavarlar arasında müzakerecilik yapıyor.

Albümün belki de en ilginç yönü kahramanının kurgulanış biçimi. Deli Gücük sürekli etrafında dolaşan ve kimi zaman insanlarla konuşan yedi kargasıyla gizemli bir karakter. Anadolu topraklarında, Osmanlı taşrasında geziniyor, hikâyeleri ya getiriyor ya da bizzat yaşıyor. İnsanlardan uzak yaşamı, az konuşması, delici bakışları, görünümü ve hepsinden önemlisi konuşabilen yedi kargası onu korkutucu kılıyor. Tıpkı bir söylencenin kulaktan kulağa değişmesi, her anlatıcının söylenceye kendinden bir şeyler katması gibi, Alacakaranlık Zamanlar’daki Deli Gücük karakteri her öyküde farklılaşıyor. Bu farklılaşma bir yandan kitabın antolojik niteliğinden kaynaklanıyor, bir yandan da kitabın kahramanını katmanlaştırıyor. Farklı tarzlara sahip çizerlerin elinde Deli Gücük, tıpkı hikâyelerinde olduğu gibi bazen dehşet saçan bir öcüye veya akıl veren bir dervişe, kimi zamansa tarihe kayıt düşen bir gözlemciye dönüşüyor.

Bu farklılaşma belirli karakteristik özellikleri olan kahramanların aksine Deli Gücük’ü ön görülemez yapıyor. Bu belirsizlik kimi zaman öyle boyutlara ulaşıyor ki, onu son zamanlarda revaçta olan anti-kahraman profiliyle bile tanımlamak bile güçleşiyor. Belki de çizgi roman anlatısının özelliklerine uygun olarak okuyucuyu pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp, hayal gücünü ateşleyerek Deli Gücük mitindeki boşlukları kendisinin doldurmasına teşvik ediyor. Kitabın karakterini belirginleştirmek için okuyucuyu kendi karakterinden bir şeyler katmaya zorluyor.
Eğer titiz, berrak ve ayrıntılı çizimli, entrikası ve aksiyonu bol, diyalogları sert ve gerçekçi, vintage macera çizgi romanlarına düşkünseniz, Deli Gücük öykülerinin geçtiği Vahşi Doğu dekorunda yalnız köyler, kaçırılan kızlar, filintalar, tüfekler, atlar, kovalamacalar, ittifaklar ve ihanetler, hırs, para, haydutlar, çatışmalar ve kanlı hesaplaşmalar bulacaksınız. Ve bu hesaplaşmalara imza atan, mitik bir adalet dağıtıcısıyla karşılaşacaksınız.

Ayhan Savman, Radikal Kitap, 11.6.2010

14 Haziran 2010 Pazartesi

Karganın İsimleri



Alakarga, Bakırkarga, Cüce Karga, Ekin Kargası, Gökçe Karga, Kara Karga, Muştucu Karga, Meşe Kargası, Yeşilkarga, Ela Karga, Ayrılık Kargası, Leş Kargası, Sarıgagalı Dağ Kargası...

13 Haziran 2010 Pazar

Özgür Kurtuluş: "Hedefimiz Yılda İki Cilt Çizgi Roman Çıkarmak"



Kamra'yı biraz tanıtmak ister misiniz?

Kamra 2006 yılından beri var. Ben ve Ozan Küçükusta birlikte kurduk. Şirketi kurduktan hemen sonra aramıza Murat Gürdal Akkoç da katıldı. Çekirdek kadro böyle oluştu. Daha sonra başka arkadaşlar da geldi. Asıl olarak animasyon, ilüstrasyon, grafik tasarım vs. işleriyle iştigal ediyoruz. Daha en baştan itibaren çizgi roman üretmek gibi bir arzumuz vardı. Ancak bir çizgi roman yayınevi olmayı düşünmedik. Yani yurt dışından telif eser getirmek gibi bir uğraşa hiç girmedik. Bizim derdimiz özgün çizgi roman üretmekti. 2007 yılından beri de gücümüz yettiği kadar üretim yaptık. Bundan sonra da devam edeceğiz.

Tam Macera Dergisi denemeniz bir hayal kırıklığı mı oldu yoksa ateşleyici bir unsur mu?

Hayal kırıklığı olmadı. Dergi fikri oluşurken koşulları biliyorduk. Bizimkisi bir çeşit maceraydı açıkcası çünkü ne sermayemiz vardı ne de maddi anlamda güvenebileceğimiz birileri. Bir salla okyanusa açılmak gibi bir şeydi. Boğulmadık ancak çok da açılamadık. Özgün işler üretecektik ve mevcut kültür endüstrisinde bunun ne kadar zor olduğu biliyorduk. Ekibe katılanlara hayal satmadık, pembe tablolar çizmedik. Durumu açık açık anlattık. Zaten bu koşulları kabullenen ve gerçekten çizgi roman yapmak isteyen yazar-çizerlerle çalıştık. Dayanışma, birlikte üretme, ürettiği işi sevme gibi idealler üzerinden çıkabildi dergi ki çıkamayadabilirdi. Yazar-çizerlerin desteği olmasa olmazdı. Bir yandan üretim yaparken bir yandan da derginin maddi anlamda ayakta kalabilmesi için denenebilecek herşeyi denedik. Ancak dört sayı sonunda hala telif ödeyemiyorduk ve fiziksel anlamda çökmüştük. Çünkü geceleri yapılan bir dergiydi Tam Macera. Gündüzleri başka işler yapmak zorundaydık. Yolumuza başka bir patikadan devam etme kararı aldık.

Tam Macera'nın yayınının durmasını neye bağlıyorsunuz?

Birkaç sebebi var. Öncelikle memleketteki bütün bağımsız dergilerin yaşadığı sorunları yaşıyorduk. Telif ödeyemiyorduk, yeterince tanıtım yapamıyorduk, iyi dağıtılamıyorduk. 10000 adet basıyorduk, 2000 noktaya dağıtılıyorduk ama dergi bulunamıyordu! Bu bizim dışımızda dağıtım tekellerinin koşullarından ve bayilik sisteminden ileri gelen sorunlardan kaynaklanıyordu. Bir çizgi roman dergisini üretmek başka herhangi bir dergiden çok daha zor tahmin edersiniz. Belirli serileri olan yani isteyenin kafasına göre çizdiği bir derleme dergi değildi Tam Macera. Ciddi bir editoryal çalışması, senaryo yazımı ve çizim süreci vardı. Çok zaman alıyor bu işler. Açıkcası hem aylık periyotta üretimin güçlükleri, hem dağıtım sorunları yüzünden dergiyi durdurmak zorunda kaldık.

Deli Gücük'ün derginin tamamından daha çok okunduğu ve sevildiğine nasıl karar verdiniz? Ona dergi çıkarmanıza sebep ne oldu? Editoryal öngörü, okur görüşleri...?

Deli Gücük’ün daha çok sevilip sevilmediğini bilmiyorum. Her serinin seveni vardı açıkcası böyle bir düşünceyle çıkarmadık Deli Gücük: Osmanlı Taşrasından Dehşet ve Korku Hikâyelerini. Cinhan serisi de olabilirdi, Meşhur Hafiyeler de, bir diğeri de... O zaman öyle bir karar aldık Levent Cantek’le. Daha çok o istiyordu Deli Gücük’ü. Ben de Coşkun Kuzgun’un çizgisini çok seviyorum. Onunla başlayalım dedik. Aylık dergiden çok yılda birkaç kitap yayımlamak açıkcası çok daha cazip çalışma koşulları yarattı bizim için.

Kadronuzu tanıtır mısınız?

Bir kadro olarak değil arkadaş çevresi olarak bakıyorum ben yazar ve çizerlere. Tam Macera’da 20-25 kişinin emeği vardı. Deli Gücük’ün ilk kitabında da öyle. Deli Gücük: Alacakaranlık Zamanlar’da bu sayı 30’a ulaştı. Ankara merkezliyiz ancak İstanbul, Bursa, Eskişehir, Çanakkale, İzmir... Türkiye’nin dört bir yanından insanlar var bu otuz kişinin içinde. Bazılarıyla henüz yüz yüze bile gelmedik. Telefon ve eposta üzerinden haberleştik. Ancak şu son üç yılda her projede yer alan insanlar var: Coşkun Kuzgun, Uğur Bülent Sertçelik, Ozan Küçükusta, Murat Gürdal Akkoç çizer olarak; Murat Başekim, Aziz Tuna ve Ben yazar olarak Levent Cantek’de editör olarak... Ben yayıncılık işleri, tasarım ve diğer işlerle uğraşarak biraz daha projelerin içindeyim. Diğer arkadaşlar da zamanları müsade ettiğince yer alıyorlar. Her projede yeni insanlar katılıyor.

Nasıl Bir karakter Deli Gücük?

Deli Gücük bir korku çizgi romanı. Ancak içinde birçok fantastik unsur ve tarih var. Mekan yani Osmanlı Taşrası öykülerde oldukça belirleyici. Anadolulu insanlar, efsane ve mitler, büyük-küçük günahlar ve bir ahlaki güç olarak Deli Gücük. Bildiğimiz süper kahraman ya da anti kahraman sterotiplerinden farklı özellikler gösteriyor. Değişken bir hali var. Kimi zaman vahşi ve acımasız, kimi zamansa bir dervişin ruh haliyle yaklaşıyor olaylara. Bazen sadece bir gözlemci oluyor bazense olayın bizahati kendisi. Bu anlamda yerli ve özgün olduğunu düşünüyorum. Yani Deli Gücük’ü özgün yapan sadece bu topraklarda yaşıyor olması değil. Karakterin kurgusu, belirsizliği ve tekinsizliği de çok şey katıyor hikâyelere. Birden fazla yazar ve çizer tarafından yorumlanması da karakterin bu niteliğini destekliyor. Ortaya nasıl çıkacağı, ne yapacağı kolay kestirilemeyen bir karakter Deli Gücük. Ancak çok keskin ve belirli bir adalet anlayışı var. Zaten çizgi romanın temel aksı bu adalet anlayışı.

İlk Deli Gücük cildine ilgi nasıldı? Beklentiniz var mıydı, karşılığını buldu mu?

Beklediğimiz ilgiyi gördü. Beklentilerimiz de gerçekçiydi. Yeni çizgi romanlar yapabilecek maddi koşulları sağlamayı amaçlıyorduk. Nitekim Deli Gücük’ün ikinci cildi Alacakaranlık Zamanlar’ı yayımlayabildik. Bundan sonra da devam edeceğiz gibi görünüyor.

Görünen o ki elinizde basılacak öyküleri biriktirerek basıyorsunuz. Çizgi romanımızın alışık olmadığı doğru bir teknik. Sanki mizah çizgi romanından gelen bir "çiz-yaz bas hemen" aceleciliği var onun için soruyorum. Çizer veya yazarlarınız bu çalışmaya alıştılar mı hemen, zorluk yaşadınız mı?

Mizah dergilerinin çalışma geleneği ile serüven çizgi romanları yapmak çok güç. Hem yayın periyodu hem de üretim süreci farklılık gösteriyor. Açıkcası biz bu üretim sürecini kendimiz geliştirdik. Bize bir yol gösteren olmadı. Çünkü yapan yok. Yani çizgi romanların yazar-çizer ortak çalışması olarak üretilmesi pek alışılageldik bir şey değil. Hele de Deli Gücük’teki kadar kapsamlı çizgi roman antoloji çalışması daha önce yapıldı mı bilmiyorum. Öncesinde bir editoryal çalışma, senaryoların ortaya çıkması ve çıkan senaryonun en uygun kişi tarafından çizilmesi... Bu süreçler yurt dışında uygulanıyor, ancak ortada bir sektör olduğu için çok daha profesyonelce yapılıyor bu işler. Bu şekilde çizgi roman üretmek zaman alıyor. Deli Gücük ciltleri yaklaşık birer yıllık bir zaman periyodunda yapıldı. Tabi sürenin uzamasında yazar-çizerleri hayal gailelerinin de etkisi büyük. Bu süreyi kısaltmayı amaçlıyoruz. Şu an hedefimiz yılda iki cilt çizgi roman çıkarmak.

crop blog sayfasından alınmıştır.

10 Haziran 2010 Perşembe

Aziz Tuna: “Can Almak Kolay mı?”


Sıkı bir okuyucu olduğunuz biliniyor, beğendiğiniz türler nedir, neler okur ve takip edersiniz? Deli Gücük sizin en beğendiğiniz kahramanların damıtılmış bir sentezi mi? Yoksa eksikliğini hissedip de yarattığınız bir kahraman türü mü?

İlk söyleyeceğim şey şu, gazete okumuyor televizyon seyretmiyorum. Okuduğum kitaplar dönemsel olarak değişkenlik gösteriyor ama son zamanlarda sosyoloji ve tarih kitapları okuyorum. Deli Gücük, bir eksiklikten yola çıkarak üretildi diyemem, ben hem kahraman arketipine dayanan hem de “hayır hiç de değil” denilecek birini düşündüm. Muğlak bir yerde durmasını, türler arasında gezinmesini istedim. İnsan teki kendi hayalinin peşinden koşmalı. Her gün kıyamet yazılır hayatta, işine bakacaksın, kendi hikâyeni anlatacaksın. Ne diyor Deli Gücük “Hayat kısa yol uzun”…Demedi ama diyebilir


İkinci albümde daha tereddütlü, kendinden daha çok şüpheye düşen bir Deli Gücük var. Bunun özel bir sebebi var mı?

Aklımda hep şu vardı. Deli Gücük şu veya bu nedenle korku yaratıyor. Hepimiz suçlanmaktan korkarız, bunu hissetmek için suçlu olmamız gerekmiyor. Deli Gücük, eğer korkutuyorsa bundan rahatsızlık duymaması imkânsızdı. Masum ve masumluğundan emin olan, özgüvenli biri de acı çeker, çekmeli de… Hayat türlü acımasızlıklarla dolu, bu acıyı bir şekilde paylaşmayan iyi biri olamaz. Mutlak bir huzurla dolaşamaz bozkırda, dağlarda. Üstelik gerekirse can alıyor, can almak kolay mı? Biraz bu meseleyi hissettirmekten yanayım. 


Linç temalı bir novella görüyoruz yeni albümde. Bu öyküyü yaratmanız arkasındaki sebepler neydi?

Kalabalıkların kendini hep mağdur ve haklı sanmasından ve sırf bu noktadan hareketle öfkeyle yapacağı her şeyi mubah saymasından oldum olası korkmuşumdur. Uygarlık tarihi sayısız linçle dolu... Bir suç işlendiğinde günah keçilerinin derdest edilmesi beni hep rahatsız etmiştir. Biraz ona değinmek istedim. Aklımda hep Arthur Penn’in The Chase filmi vardı. İlk gençliğimde başımı döndürmüştü, korkunçtu. İleride de benzer temalar içeren hikâyeler anlatmak isterim. 


Deli Gücük senaryoları oluştururken ilk hareket noktanız ne oluyor? Neyi kattığınız andan itibaren o öykü sizin için olmuş sayılıyor?

Böyle bir formül yok aslına bakarsan, üstelik bu hikâyeler farklı zamanlarda üretildi. Ben asıl olarak hikâyenin insani bir bağlam içinde anlatılmasından yanayım. Kötülüğü ve kibri anlatırken bile bir yakınlık hissi verebilmek isterim. Şeytansı kötülere ve meleklere inanmam. Ama hayatın gaddarlığıyla hesaplaşmak da istiyorum. Dünya kadar alçak var, fırıl fırıl dolanıyorlar onu bunu suçlayarak, kışkırtarak…Deli Gücük’ün sessizliği biraz da ondan. 


Bugüne dek anlatılmamış en büyük Deli Gücük öyküsü ne hakkındadır sizce?

Bilmiyorum ama ilgi çekici olan sanıyorum geçmişi hakkında olandır. Henüz çizilmemiş senaryolar var. Üzerinde çalıştığım uzun hikayeler var ama şartlar gereği hep kısa ve daha çabuk verim alacağımız işlere yoğunlaşıyoruz. 


Karakterin yaratıcısı olarak siz nasıl tanımlarsınız Deli Gücük'ü? Aziz Tuna'nın Deli Gücük'ünün ayırıcı, karakteristik özelliği nedir?

Benim için Deli Gücük vicdan azabı çeken bir adam. Pek çok hikayesi oldu, bazen dahil olduğu ve bazen yanından geçtiği hikayeler yaşadı ama sanıyorum benim için o kefaret ödeyen biri. Kahrolası dünya derken ağlayabilecek biri gibi geliyor bana…Öfkeli, huzursuz, yalnız, marjinal vs ama asıl olarak vicdan sahibi bir adam.


En beğendiğiniz Deli Gücük öykünüz hangisi?

Bir hikâyeyi bitirdiğimde o benim için bitmiş oluyor, pek geriye dönmüyorum. Çizildiğinde tekrar bakıyorum, başka bir şeye dönüşüyor o zaman. İlk yazdığımda daha mutlu oluyorum diyebilirim sonrasında ne hale geldiğini merakla izliyorum o kadar. Bence güzel olan ortak bir üretim çıkartmak... Pek çok insanın bu işe katılması, farklı yorumların ortaya çıkması. Güzel olan hikâye bence işin kendisi...


Deli Gücük'ün en beğenilen yönlerinden biri de benzersiz diyalogları. Bu geniş kullanım, lehçe, ağız ve deyiş havuzunuz nasıl oluştu?

Yok bunu kabul edemem, teşekkür ederim ama bu kadar benzersiz değilim. Güçlü edebi damarlarımız olduğunu düşünüyorum. Ben sadece hayallerimin peşinden giderken onlardan faydalanıyorum. Aslolan hikayedir, yazarı unutabiliriz.


Genç yazar heveslilerine bir tavsiyeniz var mı?

Çeviri değil Türkçe roman okusunlar, büyük yönetmenlerin filmlerini izlesinler. İsimlerini unutsunlar. Az konuşsunlar, yazdıklarıyla hatırlanacakları bir hayat dilesinler. 


Stan Lee mahlası altında 60larda bir takım çizgi romanlar çıkardığınız doğru mu?

Külliyen Yalan. Mahlas kullanmam.

seruven.org'tan alınmıştır.

6 Haziran 2010 Pazar

What If ?





10 Şubat 1920

Aralarında Kanadalı paralı askerlerin de olduğu
Fransız Yabancılar Lejyonu, Maraş'tan püskürtülmek üzere. . .

4 Haziran 2010 Cuma

Murat Başekim: "Benim Yazdığım Deli Gücük Biraz Daha Haşin ve Öcü"

Sizi çizgi roman senaryolarınızdan tanır olduk. Nasıl başladınız bu işe? Asıl olarak ne iş yapıyorsunuz mesela…
İlk okuduğum kitap Balonda Beş Hafta idi. Bir çocuğun aklına macera susuzluğu ve okuma açlığı perçinleyecek başka bir kitap yoktur bence. O zamanlar durmadan atlasları karıştırmama sebep olmuştu. Sonrasında Zagor ile tanıştım. İlk vampirim Baron Rakosi’dir. O öykünün fırtınalı ve gölgeli atmosferini unutmama imkan yok. Ama okuduğum ilk çizgi roman muhtemelen Tercüman Çocuk’taki Tengiz idi. Sonrasında, on üç-on dört yaşlarımda, B yayınlarının çıkardığı Örümcek Adam serisini okurken bu işi denemek istediğimi fark ettim. Öyküleri bu kez daha farklı incelemeye başladım. Standart bir Örümcek Adam sayısında kaç sayfanın maceraya, kaç sayfanın pembe dizi unsurlarına tahsis edildiğini not almaya çalıştım. Her zaman sevdiğim ‘Devamı Gelecek Sayıda’ ların ekonomik kullanımını ve hikmetini anladım. Bu arada özellikle Marvel evreninin iyi bir takipçisi olmuştum. Peter David’in Hulk’ını, John Byrne’ün Fantastik Dörtlü’sünü, Chris Claremont’un X-men’deki en sıkı zamanlarını takip etme şansına eriştim. On altı yaşımdayken, tüm cesaretimi toplayıp Marvel’a bir Thor senaryosu yolladım. Thor’u bir Kızılderili ilahı ile kapıştırdığım bu hikayem, tabii ki kimsenin dikkatini çekmedi. Üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum. Ortaçağ Avrupa edebiyatı ve İngiliz-Alman Romantiklerine orada bağlandım. 1999 itibariyle kısa öyküler yazmaya başladım. O dönemde Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Edebiyat Topluluğunun dergisi ‘Esin Sanat’, bu öykülerden dört tanesini peş peşe sayılarında yayımladı. Sonrasında ben de aklıma esen şeyleri kağıda dökmeye devam ettim. Şu anda bir üniversitede okutman olarak çalışıyorum.

Deli Gücük yazmaya nasıl başladınız?
Kendisine iki-üç bakımdan şükran borçlu olduğum arkadaşım Kadir Yiğit Us, beni Kamra ekibi ile tanıştırdı. Onlar için görücüye çıkarmak üzere bir Cinhan senaryosu yazdım (“Altı Başlı Papa”). Beğendiklerini söylediler ve böylece Tam Macera dergisinin sonraki üç sayısı boyunca Cinhan öyküleri bana emanet edilmiş oldu. Hayatımın en mutlu dönemlerinden biridir. Üstelik Mahmud Asrar ve Yıldıray Çınar gibi birinci sınıf profesyonel çizerlerle çalışma imkanı buldum. O dönem kendi kendime sık sık şöyle diyordum: “Bu kesin bir rüya ve ben birazdan Karayolları Genel Müdürlüğündeki o eski memuriyet masamda, florasan lambasının altında uyanacağım.” Tam Macera’nın (umarım ki geçici) paydosundan sonra, bir diğer müteşekkir olduğum arkadaşım Can Yalçınkaya sayesinde Levent (Cantek) Hocam ve Aziz (Tuna C.) Abi ile tanıştık. İkisini de çok seviyorum ama yapım gereği çabuk kaynaşamayan ve biraz da çekingen bir insan olduğum için ancak burada ‘abi’ diyebiliyorum kendilerine. Bana bir Deli Gücük antolojisi çıkaracaklarını söylediler. En çok yumruk dövüşünü, her ne kadar Cinhan yapmışsa da, Tam Macera’nın tartışmasız yıldızı Deli Gücük idi tabii ki. Onlara, elimden geldiğince katkıda bulunmaktan onur duyacağımı söyledim. Böylece Deli Gücük macerası başlamış oldu. Ve ben de Karayolları Genel Müdürlüğünde uyanmadım henüz.

Albümde farklı yazarlar olduğu için sorabilirim: Sizin Deli Gücük hikâyelerinizin farkı ne veya kendi adınıza Deli Gücük nasıl bir kahraman?
İlk öyküm için masaya oturduğumda, Aziz Tuna gibi iyi bir eşkıya öyküsü yazamayacağımı biliyordum. Bu yüzden Deli Gücük’e başka bir açıdan yaklaşmaya karar verdim ve onu daha yabancı, tuhaf bir kuvvet, bir nevi doğal veya doğaüstü felaket olarak betimlemek istedim. Bir başka hedefim de, Deli Gücük’ün “kötülere” olabilecek en şiddetli biçimde darbe indirmesi idi. O yüzden, yani ceza suça uygun olsun diye, kötü adamlarımı insanlığın en yüzkarası numunelerinden seçtim. Olay örgüsü ya da karakterden çok, atmosfere önem veriyorum. Sanırım benim yazdığım Deli Gücük biraz daha haşin ve öcü. Rumeli/Anadolu/Mezopotamya folklorundaki çeşitli “iyi saatte olsunlar” mahluklarına daha yakın bir “güç”. Ama buna karşılık, Aziz Abi ya da Özgür’ün versiyonlarına göre de daha sınırlı ve tutuk bir tasvir benimkisi. Yazdığım tüm Deli Gücük öykülerinde Deli Gücük’ün söylediği cümlelerin toplamı yarım düzineyi geçmez. Kargaları, ondan daha çok konuşmuştur muhtemelen.

Nasıl kahraman ve hikâyeler seviyorsunuz? Bunu sadece çizgi roman olarak sormuyorum…
Fanları kızdırmak istemem ama Fumettilerin, i-pod çağında gramofon gibi kaldıklarını düşünüyorum. Warren Ellis ya da Grant Morrison gibi adamlar üç panelde macerayı dinamit gibi başlatırken, bir Mister No macerasının 32 sayfa süren bir diyaloga yayılmış bir serim ile aheste aheste başlamasını ziyan olarak görüyorum. Şu çağda ve her daim, başyapıt olarak süren tek Fumetti, bence Martin Mystere’dir. Çoğu kişiye, dövüşen taytlı adamlar olarak görülen Amerikan ana-akım çizgi romanlarının aslında içlerinde düzinelerce iyi fikir kapsülleri / tohumları taşıdığına inanıyorum. Nostaljik bir özlemle Fantastik Dörtlü’yü seviyorum. Etrafındaki tüm karakterlerin, onu övmek zorunda olduğu Wolverine’den nefret ediyorum. DC Vertigo kendi kendisinin ucuz bir taklidi haline gelmeden önce beğeniyordum. Watchmen, Sandman ve Preacher’ın etkisinden kurtulabilecek kimse olabileceğine inanmıyorum. Hellblazer sevdiğim doğrudur, ama Hellboy’dan pek hoşlanmıyorum. Çizgi roman dışında ise 19. asır hayalet öykülerine, Stephen King’in 2000ler öncesi külliyatına düşkünüm. Yüksek edebiyattan Joseph Conrad, Umberto Eco, Orhan Pamuk, Ahmet Karcılılar, Yaşar Kemal, Metin Kaçan, Ted Hughes, Rıfat Ilgaz seviyorum. Poe’yu, Lovecraft’tan biraz daha fazla tutuyorum. Thomas Pynchon’ı anlamaya çalışıyorum. Son birkaç yıldır ise askeri tarihe ve tarihi romanlara sardırdım. Yazarlığını çok beter bulsam da, o son yüz sayfasındaki savaş tasvirleri yüzü suyu hürmetine Bernard Cornwell’in Ortaçağ, Sakson ve Napolyon dönemi romanlarını okuyorum. Keşif ve deniz öyküleri de beni çok dinlendiren türler.Patrick O’Brian’ın Master & Commander ve C.S. Forester’ın Hornblower öykülerine aşığım. Yelken Çağı’nda geçen iyi bir gemi savaşı gibisi yoktur. Şu aralar ise, meşhur Norveç klasiği Kon-Tiki/ Pasifik’te Yüz Gün adlı kitabı bayılarak okuyorum.

Bugünkü çizgi roman ortamını ve üretimleri nasıl buluyorsunuz?
İyimserim. Macera ve doğaüstü’nün, az bulunan kıymetli bir ürün olarak varolduğu 70’ler ve 80’lerdeki o tazelik ve sihri, vampir ve kahraman enflasyonu ile yüklü bu çağda bulamayacağımızı bilsem de, en seyrek veya başarısız çizgi roman bile bir yerlerde bir çocuğun içine işliyordur mutlaka. Yeter ki şu “lanet” video oyunları, o basit konuları ve ucuz vurdu-kırdılar ile kitleyi çizgi romandan uzaklaştırmasın. Ve bir de sevgili mizah-dergilerimiz, çizgi romanı tekellerine alıp, avantür çizgi-romanları yok saymasın. Bütün çizgi romanlar Cihangir’de geçen uçkur öyküleri olmak zorunda değil. İnsanların sense of wonder’larını banalleştirmeye, köreltmeye hakları yok. Tarkan ya da Kızılmaske üzerinden mizah yapmayı kolaycılık olarak görüyorum. Ömrü boyunca, Limon/Leman’daki Uzay Yolu esprilerine gülmüş bir tanıdığımın, ilk kez gerçek Uzay Yolu izleyince nasıl büyülendiğini gördüğüm için bunları söylüyorum. Üretim olarak kuraklık döneminin bittiğini ve bir tür Türk çizgi roman rönesansı yaşandığını düşünüyorum. Bence üretim de, tüketim de ivme kazandı. Bunu da elini taşın altına sokan bir grup gözü kara insana borçluyuz.

Deli Gücük devam edecek mi?
Tabii, zaten baştan bir üçleme olarak planlanmıştı (!) Şaka bir yana, bence sürmeli. İkinci ciltte Deli Gücük’ün şahsi tarihçesini ve daha da önemlisi onun sancılarını, ıstıraplarını biraz daha yakından görüyoruz. Kim olduğuna dair bulmaca biraz daha tamamlanıyor. Bence üçüncü bir ciltte tüm soruların cevabını aramaya gidebiliriz.

Serüven sitesinden alınmışitır

1 Haziran 2010 Salı

Önizleme 6


Kaynana
Yazan: Murat Başekim
Çizen: Mert Yavaşça

Önizleme 5

Karla Yıkanan Kadın
Yazan: Aziz Tuna C.
Çizen: Varol Gökdamar

Önizleme 4

Cinlerin Bekçiliği
Yazan: Özgür Kurtuluş
Çizen: Murat Gürdal Akkoç
link

Önizleme 3

Göç
Yazan: Can Dağ
Çizen: Uğur Bülent Sertçelik

Önizleme 2

Alkarısı
Yazan: Özgür Kurtuluş
Çizen: Çağrı Coşkun

Önizleme 1

Bir Linç ve Tahammülsüzlük Hikâyesi
Yazan: Aziz Tuna C. - Murat Başekim
Çizen: Çoşkun Kuzgun
link

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...