25 Nisan 2009 Cumartesi

Deli Gücük Görevde


Osmanlı taşrasında bir ara halk masallarında görülmüş, sonra da adı birkaç deyişte kalmış bir “Deli Gücük” var. Bu Deli Gücük’ün “Gücük”ü “güdük”ten de geliyor olabilir, “küçük”ten de. Bunun kesin bir cevabı yok. Ama “Osmanlı Taşrasından Korku ve Dehşet Hikâyeleri”ndeki “Deli Gücükler”in hepsi heybetli, saçının sakalının haliyle biraz köyün delisi, bazen bilgesi ve kargalarıyla birlikte korkutucu kişiler. Hikâyelerdeki Deli Gücükler, Osmanlı taşrasında yaşayan zalimlerin üzerine gidiyor; kötü kalpli aç gözlüleri, kadınlara kötü davrananları cezalandırıyor. Deli Gücük hikâyelerinin çoğu başarılı çizgi-romanlar olarak işlenmiş. Birkaçı da desenlerle zenginleştirilmiş, az çizgili hikâyeler halinde. Bütün bu hikâyeler, yazarları ve çizerleriyle Türk çizgi-romancılığının en güzel örnekleri olarak kalacak niteliktedir. Hem çizgi-roman sevenler hem masal sevenler hem de dehşet ve korku hikâyelerine ilgi duyanlar için “Deli Gücük”ü okumak şart. Şunu da belirtmeden geçmeyelim, günümüzde de Deli Gücük’ler her an, her yerden çıkabilir, o yüzden çok dikkatli olmak gerekir. En çok da karanlık bastığında dikkatli olmak gerekir. Tabii eğer bir suç işlemişseniz, diyelim ki arkadaşınızın eşine göz koymuşsanız... (Okay Gönensin, Vatan, 25.4.2009)

24 Nisan 2009 Cuma

Korkunun Kol Gezdiği Gotik Anadolu


(...) Deli Gücük karşımıza birbirinden farklı binbir surette çıkıyor: Eşkıyaların kanlısı, çapulcunun can düşmanı, zorbaların avcısı bir efsane; mazlum emekçilerin koruyucusu bir sosyalist; tekinsiz siperlere dadanmış Osmanlı ruhu “Hasta Adam” ; yitik yolculara yardım eden bir derviş; Plevne’de Rus Kazaklara, Kırım’da Britanya Hussarlarına karşı savaşmak üzere zuhur etmiş intikamcı bir evliya; masallarda gezen Kargalar Padişahı; belki tüm numaralarının bir izahı olan vantrilog bir gözbağcı; Rumeli’ye musallat olmuş öfkeli bir Arnavut zebanisi; Mahşerin atlılarından Veba ya da Harp; şifacı, emci, ecinni; deli, veli…(...)
[Can Dağ, 24 Nisan 2009 Radikal Kitap'ta yayınlanan aynı başlıklı yazıdan alıntı…]

23 Nisan 2009 Perşembe

Günlerdir Yağmur Yağıyordu


Günlerdir yağmur yağıyordu. Gökten üzerlerine durmaksızın akan deli bir ırmağın altında yürüdüler. Yağmuru perde perde açıp yol aldılar. Kebeleri lime lime olmuş, çarıkları çoktan parçalanmıştı. Kehribar fişeklikleri yakında yosun bağlayacaktı. Gri yağmurda balçığa bata çıka ilerleyen bir düzine gri hayalet. Gencecik bir avuç oğlan. Köstence, Dobruca, Şumnu, Hezargrad… Nereye inseler Tirsinklizade Süleyman Ağa ümüklerine çöküveriyor, emrindeki en modern tertibatlı Lee-Enfield tüfenkleriyle onlara kan kusturuyordu. Daha bir sene evvel aha yine bu bayırlarda bunun üç misli ayanla yürüyüp Edirne’ye giden tüm zahireleri, Dobruca buğdayını, koyun-keçi vergilerini, kile kile arpayı yağmalarken şimdi bir avuç baldırı çıplak, barutu ıslak biçare kalmışlardı işte (Sebep İhlali, Murat Başekim'in yazdığı hikayeden bölüm)

15 Nisan 2009 Çarşamba

“Albümlere Devam Edeceğiz”


Deli Gücük, Osmanlı Taşrasından Dehşet ve Korku Hikâyeleri albümüyle ilgili olarak albümün editörlüğünü yapan Levent Cantek ile konuştuk.

Deli Gücük fikri nasıl ortaya çıktı?
İki yıl kadar önce korku temalı bir çizgi roman albümü yapmaya karar vermiştik. Deli Gücük de o albüm için yazılan bir senaryoydu. Albüme çizgileriyle katkıda bulunmak isteyen Coşkun Kuzgun’un tarzına uygun olduğunu düşünerek kendisine senaryoyu verdik. İlk çalışma bu şekilde ortaya çıktı. Fikir olarak yerel nitelikleri olan Anadolu masallarından beslenen bir tipleme ve hikâye arıyorduk. Sonuçta Deli Gücük ismi bir masaldan alınmadır, ilk hikâye de bir başka masaldan esinlenilmiştir. Görsel olarak Rasputin veya Sakallı Celal türü biri örnek alındı diyebilirim, birlikte dolaştığı yedi karga özgün bir yorum. Biliyorsunuz gerek yedi rakamı ile ilgili gerekse kargalara dair din mitolojisinde, dolayısıyla korku ve fantastik edebiyatında epeyce gönderme vardır. Bunları kullandığımızı söyleyebilirim.

Deli Gücük öyküleri nelerden besleniyor?
Hemen herkesin kolaylıkla görebileceği gibi korku ve fantastik edebiyatın pek çok kaynağından beslendiğini söyleyebilirim. Farklı yazar ve çizerler ayrı ayrı yorumlar yaptıkları için bu kaynaklara hem yaklaşıldı hem de kimi hikâyelerde uzaklaşıldığı oldu. Aziz Tuna’nın kimi hikâyeleri korkudan çok entrika temelli aksiyon hikâyeleridir. Murat ve Özgür’ün senaryoları ise korku türüne daha yakın işler oldular.

Albüm yapma fikri nasıl ortaya çıktı peki ve siz projeye nasıl dâhil oldunuz?
Bir albüm yapma fikri hep vardı. Çizgi romanla üretici olarak uğraşmak isteyenler Türkiye’de çok yalnızlar. Bir araya gelmek, ortak çalışma yapmak ve bu çalışmaları yayına dönüştürmek konusunda bir çaba göstermek istiyordum. Deli Gücük’te bir birikim oluşturmuştuk. Yeni hikâyeler ve isimlerle bu birikimi çoğalttık. Editör olarak yaptığım hikâyeleri belirlemek, içeriği, üreticiler arası iletişimi sağlamak oldu.

Deli Gücük’ün Tam Macera’daki öyküleri Aziz Tuna C. ve Coşkun Kuzgun işbirliğinin ürünüydü. Albümde ise farklı yazarlar ve çizerler görüyoruz. Bu tercihin nedeni neydi?
Her şeyden önce bu çokluğun pratik bir nedeni var. Daha hızlı üretiyorsunuz. Emek ve enerji katılımcılar arasında paylaşılmış oluyor, amacınıza daha kolay ulaşıyorsunuz.

Farklı yazarlar ve çizerler işin içine girince ortaya birden fazla Deli Gücük çıkmış gibi. Özgür Kurtuluş ve Murat Başekim’in yazdığı öykülerin çoğunda Deli Gücük alışık olduğumuzdan daha ürkütücü bir çehreye bürünüyor örneğin. Öte yandan Aziz Tuna C. öykülerinde daha edepsiz, daha güler yüzlü bir Deli Gücük’le karsılaşabiliyoruz. Bu karakterin bütünlüğünü nasıl etkiliyor?
Temel çıkış noktamız Deli Gücük’ü bir kahramandan çok mit olarak düşünmekti. Kimi hikâyeler hem Deli Gücük dışında gelişiyor hem de birbirine uymayan Deli Gücük hikâyeleri var. İnsanların kahraman ve öcü yaratmaya ihtiyaç duyduklarını biliyoruz. Zamana ve mekâna göre o kahramanı veya öcüyü uyarlabiliyorlar. Üstelik bilirsiniz, mevsimler dahi insanları değiştirir, sahil kenarlarında yaşayanlar daha sakindirler vs. Hikâyenin içerdiği vahamete ya da şiddete göre farklı Deli Gücük yüzleriyle karşılaştık. Kaldı ki farklı kişilerin yorumları olduğunu da unutmayalım.

Albümde düzyazı öyküler de var... Onları albüme dâhil etmeye nasıl karar verdiniz?
Aslına bakarsanız bu biraz da çizgi romana nasıl baktığımız meselesiyle ilgili. Hikâyeler de yazarak albüme edebi tat ve farklı bir derinlik katmak istedik. Üstelik bu denenmiş bir şey de değildi. Bu da teşvik edici oldu, yazarlara ayrı bir motivasyon getirdi.

Türkiye’de bu tarz isler çok fazla yayınlanmıyor ve/veya ilgi görmüyor. İleride buna benzer projeleri sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
Popüler olmak güzeldir, hemen herkes aklının bir köşesinde bunu isteyebilir ama sadece bunu düşünerek üretemezsiniz. Türkiye’de çizgi romanın durumu ortada. Hayat da çok kısa, insanlar sevdiği ve arzu ettiği düşlerini gerçekleştirmeli bence. Üreticiler hem çok yalnızlar hem de bir amaca yoğunlaşmak her zaman mümkün olmuyor. Kişisel olarak yapabilirsem her yıl benzer nitelikte bir albüm için editör olarak çalışmak istiyorum. Hemen hepimiz bunu istiyoruz zaten. Bize yeni katılacak arkadaşlar da olacaktır. Albümlere mutlaka devam edeceğiz. Bu albüm bizi mutlu etti, devam etmek için bu her şeyden daha önemli bir kıstas.

Can T.Yalçınkaya (www.seruven.org)
link

...ağza alınmayacak günahlar bulacaksınız


Eğer titiz, berrak ve ayrıntılı çizimli, entrikası ve aksiyonu bol, diyalogları sert ve gerçekçi, vintage macera çizgi romanlarına düşkünseniz, Deli Gücük öykülerinin geçtiği Vahşi Doğu dekorunda yalnız köyler, kaçırılan kızlar, filintalar, tüfekler, atlar, kovalamacalar, ittifaklar ve ihanetler, hırs, para, haydutlar, çatışmalar ve kanlı hesaplaşmalar bulacaksınız. Ve bu hesaplaşmalara imza atan, efsaneleşmiş bir adalet dağıtıcı… Deli Gücük. Yok eğer çizgi romanınızda kahramanınızı birazcık kanlı, öykülerinizi birazcık atmosferik, çizimlerinizi ise birazcık daha ekspresyonist ve gösterişçi istiyorsanız, Deli Gücük öykülerinin geçtiği Karanlık Anadolu dekorunda yalnız köyler, tekinsiz höyükler, rüzgarlı bozkırlar, kara yaylalar, günahkarlar, sapkınlar, cinler, hortlaklar, öcüler, kanlı eylemler, ağza alınmayacak günahlar bulacaksınız. Ve bu günahların öcünü alan, kudretli güçlere sahip, amansız bir intikam ruhu… Deli Gücük. Çizgi romanla ilgilenmeyen korku / gerilim edebiyatı düşkünleri bile bu albümün içinde okuyucuya bir sürpriz olarak serpiştirilmiş, illüstrasyonlarla bezeli yarım düzineye yakın öykü sayesinde bir nevi mini korku öyküleri antolojisine sahip olacak.

7 Nisan 2009 Salı

Deli Gücük Üreticilerinin Ankara Buluşması






Geçtiğimiz 29 Mart günü Deli Gücük yazar ve çizerleri Ankara'da buluştular. Ekibin önemli bir ksımının biraraya geldiği buluşmaya Gürdal Akkoç, Yıldıray Çınar, Mahmud Asrar, Özgür Kurtuluş, Levent Cantek, Ozan Küçükusta, Murat Başekim katıldılar

Deli Gücük Söyleşisi


Levent Bey kalabalik bir kadro ile olusturdunuz “Deli Gucuk - Osmanli Tasrasinda Dehset Hikâyeleri” albumunu. İsimler bir iki kisi disinda Tam Macera’da kurulan yazar-çizer ekibi. Deli Gucuk zaten Tam Macera’nin kahramani… Nasil olustu Deli Gucuk album fikri? Ekip nasil bir araya geldi?

- Turkiye’de belli bir ture yogunlasmis bir çizgi roman uretimi var. Eger onun disindaysaniz deyim yerindeyse “akacak mecra bulamiyorsunuz”. Ureticiler çok yalniz kaliyorlar ve giderek çizgi romandan uzaklasiyorlar. Bu beni oldum olasi uzer... Satislar sinirli ve dolayisiyla maddi gelir yok denecek kadar az olunca pek çok yetenekli arkadas baska alanlara kayiyorlar. En azindan senede bir album çikartabilirsek ureticilerin heyecanlanacaklarini, mutlu olabileceklerini biliyordum. Çizer ve yazar arkadaslarla konusarak boylesi bir album için çalismaya basladik. Deli Gucuk’un çizilmis hikâyeleri, bir çikis noktasi olarak elde bir birikim vardi. Onun uzerine bir seyler koyduk

Peki, tanimayanlar için Deli Gucuk kim? Onun hikâyesi ne?

- Deli Gucuk, ismini bir Anadolu masalindan alan, ocu ile evliya arasi bir mit aslina bakarsaniz. Kargalariyla dolasan, pek de konusmayan biri. Herkes bir Deli Gucuk hikâyesi anlatiyor. Albumde farkli Deli Gucuk hikâyeleri goreceksiniz.

Editor olarak, uç yazar ve sekiz çizerle nasil çalistiniz? Nasil ortak bir dil olusturdunuz?

- Once hikâye ve senaryo sureci gelisti. Çizerlere uygun olan hikâyeleri seçerek, uretim surecinde birebir çalistik. Çizerlerden sadakat de bekledik onlara ozgun yorumlar yapabilmelerine de olanak tanidik. Ben bu uretim surecinin sagaltici bir deneyim olarak dusunuyorum. İnsanlar urettikçe kendilerini gelistirir ve ogrenirler. Saniyorum Deli Gucuk yazmak ve çizmek herkese iyi geldi. Mutlu oldular. Birlikte çalistikça kolektif uyumun arttigina da inaniyorum. İleride hemen herkes geriye donup bugunlere baktiginda albumu mutlulukla hatirlayacaktir.

Albumden ilk olarak Melike Acar’in çizdigi L-Manyak’da “Sesler” yayinlandi. Okur için ilk gosterim gibi bir sey oldu ama oykude Deli Gucuk yoktu. Tam Macera’da kargalarla dolasan adama alisik olan bizler için farkli bir hikâyeydi. Sadece Deli Gucuk maceralari olmadigini ogrenmis olduk albumde. Diger hikâyeler nasil olustu?

- Baslangiçta Deli Gucuk disinda farkli korku hikâyelerine yer vermeyi dusunmustuk. Sonra vazgeçtik. Melike bir istisna oldu aslina bakarsaniz. Melike’nin çizdigi Sesler, vakt-i zamaninda Tam Macera için dusundugumuz bir serinin ilk hikâyesiydi, diger hikayeleri de çizmek istiyordu Melike ama LeMan’dan ayrildi. Orada çalisirken Sesler’i bitirmisti, dergide kullanmayi istedi. Diger hikâyeler uç ayri yazarin kaleminden çikti. Her yazilan oykuyu tartistik, epeyce senaryo yazildi. Albumde yer almayan tamamlanmis çizgi romanlar da var, henuz çizilmemis senaryolar da…Deli Gucuk hikayelerinin merkezinde her zaman bir kahraman olarak Deli Gucuk yok zaten, bazen geçip giden bazen kenarda duran birisi olabiliyor. Her sey onun disinda gelisip bitebiliyor.

Turk okuru, her bir karesi tabire caizse “resmi al, duvara as” seklinde tanimlanabilecek çalismalara aliskin degil. Album, kisa oykulerden olusuyor ama çok ugrasildigi belli. Ne kadar zaman aldi albumun olusmasi?

- Evet, iyi sahneler ve iyi tasarlanmis sayfalar var. Bir deneyim olarak sunu aktarabilirim: Kisa hikâyeler, çizerleri korkutmuyor. Sayfa sayisi arttiginda ise isin tamamlanma sureci uzuyor. Profesyonel bir ciddiyetle yapilmasina karsin yapilan is bir gonul isi. Yetistirme telasiyla yapilmadi hiç bir hikâye ornegin. Surekli çalisildi ama bir buçuk yilda bitti diyebilirim.

Genelde “çizer hikâyeleri”ne alisik Turk çizgi romanina, yazar ve çizerinin ayri oldugu çizgi romanlarla Tam Macera sayesinde yeni bir ufuk açildi. Hatta ayni kahramanin farkli oykulerini, farkli yazarlar yazip, farkli çizerler çiziyor. Bu degisiklik yeni okurlar çekmek için yeterli olacak mi?

- Yeni okurlar çeker mi bilmiyorum ama emek veren insanlarin takdir edilmelerini, yeni isler yapacak heyecanin olusturulmasini dilerim. Turkiye’de yilda 200 bin civarinda çizgi roman satiliyor. Bunun tamami yabanci yayin... Bu çizgi romanlarin çogu hem çok ucuza mal ediliyorlar hem de okur açisindan kaliteliler. Rekabeti guçlestiriyor bu… Deli Gucuk, Osmanli Tasrasindan Dehset ve Korku Hikâyeleri albumuyle ilginç bir sey gerçeklesti. Yazarlar ve çizerler bir araya geldiler, ayni kahramanin seruvenlerinden olusan bir album olusturdular. Geçmise bakarsaniz, bunun bir benzeri yok Turkiye’de, ustelik kolektif uyumun kulfetli oldugu bir ulkede yasiyoruz. Nitelikli bir album yaptigimizi dusunuyorum. Dilerim ureticileri istahlandiririz, yeni insanlari çizgi roman uretmeye tesvik ederiz. Daha iyisini yapmak için yola çikarlar.

Tam da ekonominin ‘kriz’ çigliklari attigi bir noktadayiz. Boyle bir donemde, bu kitabi basmasi için yayinevini nasil ikna ettiniz?

- Yayinciliktaki en onemli sorun dagitim ve dagitimdan gelen paranin geri donusu. Kriz, hemen herkesi korkutuyor. Dogrusu, çizgi roman isini de her yayinci bilmiyor. Çizgi romanin satildigi yerler degisti, belli olçulerde farklilasti. İsim vermeden anlatayim, her yayinevi ile konusmadik. Bizim istedigimiz buyuk bir yayinevi vardi, onlar çizgi roman isinden uzak durmak istediklerini, kendi okurlarinin çizgi romana yeterli ilgiyi gostermediklerini soylediler. Ayni donemde çalismalarimizi nette goren, biri de çizgi roman yayinlayan iki yayinevinden teklif aldik. Bizim istedigimiz yayinevi olmayinca onlarla da gorusmedik. Tam Macera’yi çikartan Kamra’dan, kendimiz yayinlamaya karar verdik. Madem bir delilik yaptik, sonuna kadar gidelim diye dusunduk.

Ayni ekiple yeni çizgi roman çalismalariniz, albumleriniz olacak diyebilir miyiz peki?

- Hiç supheniz olmasin, ustelik iyimserligimizi ve ozverimizi paylasmak isteyen baska arkadaslar da katilacaktir bize… Daha kalabalik kadrolu isler için de soz verebilirim hatta…

Golge e-Dergi olarak bize zaman ayirdiginiz için tesekkur ederiz.
- Ben de kolayliklar dilerim hepinize…

Golge Dergi, 19.Sayıdan...arkadasimiz Levent Cantek ile Deli Gucuk hakkinda yapilan soylesi...
link

2 Nisan 2009 Perşembe

Deli Gücük ve Düşündürdükleri


Deli Gücük Osmanlı Taşrasından Korku Ve Dehşet Öyküleri basıldı, henüz İzmir’deki kitap evlerine ulaşmamış. Ancak bana ait nüshalar geçen gün elime geçti. Bunun ben de yarattığı heyecanı, kafamda oluşan fikirlerle birlikte sizlerle paylaşmak istiyorum.

Üslup dediğimiz şey nedir? Bilinçli tercihlerimizin sonucunda biçimlendirdiğimiz bir yöntem mi, yoksa kapasitemiz ve imkanlarımız doğrultusunda yöneldiğimiz bir yol mu? II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ciddi bir kağıt ve mürekkep sıkıntısı yaşandığını biliyoruz. Bu yüzden J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi adlı eseri aslında tek bir kitapken üç parçaya bölünerek yayınlanmıştı. Zira hiçbir yayın evi, satış garantisi olmayan bin küsur sayfayı aşkın bir eserin basımına olumlu yaklaşmamıştı. Birinci bölümün başarısı doğrultusunda romanın geri kalanının basılması planlanmıştı. Belçika’da yaşanan mürekkep sıkıntısı yüzünden Herge, en az mürekkep harcamasını sağlayacak ve mümkün olan en az renkle derinlik ve hacim efektini yaratacak “temiz çizgi” tekniğini geliştirmişti.

Bir çeşit sanatsal üretim ortaya koymaya karar vermiş herkesin üstün “yetenekli” olduğuna, uğraştıkları üretim dalında engin teknik ve teorik bilgiye vakıf olduklarına, uzun yılların deneyimlerine sahip olduklarına inanırsak, azmin, şansın ve farklı beğenilerin oynadığı rolleri hiçe saymamız gerekmez mi? İlk Hugo ve Nebula ödüllerini kazanan Frank Herbert, Dune’u kaleme almadan önce kaç tane roman devirmişti? J.K. Rovling, Harry Potter’dan önce ne yapıyordu? Marjane Satrapi, Presapolis’i çizmeye karar vermeden önce kaç tane “grafik roman” tamamlamıştı? Neil Gaiman, kendisini bir tren garında Allan Moore’un kaleme aldığı Swamp Thing fasikülüyle karşılaştıran mutlu tesadüfü yaşamadan önce, kaç tane roman, kaç tane hikaye, kaç tane çizgi roman kaleme almıştı?

Her yolculuk, tek bir adımla başlar. O adım, eşsiz ve görkemli ya da sinik ve mütevazi de olsa sadece ilk adım, tek bir adımdır. Yolculuk boyunca tökezlemeler de olur, düşmeler de, emeklemeler de, koşmalar da olur. Bu hayat dediğimiz maceranın doğasında vardır.
Ahmet’i Mehmet’den daha iyi bir çizer olarak kabul etmemizi sağlayan şey ne? Diyelim ki Ahmet, Mehmet’den daha yetenekli; yani biçimi, hacmi, perspektifi algılama ve bunu iki boyutlu yüzeyde çizgi, modle, valör gibi elemanlarla yeniden canlandırmaya ya da sıfırdan kurgulamaya genetik yatkınlığı var (Bu da ne demekse? Darvinist bir yaklaşım; tam da Doktor Mengele’nin ağzına yakışacak cinsten): Ya Ahmet’in çizim malzemesi, enstrumanlarıyla kurduğu bağı nereye koyacağız? Bir şeyleri doğru görmek ve doğru çizmek, iyi suluboya yapmak, iyi çinilemek, iyi sufumato yapmak ya da iyi chiaroscuro uygulamak anlamına gelmez. Bu da eğitim (sadece pasif değil, aktif), malzemeyele çok uzun zamandan beri haşır neşir olmak demektir ki bu süreç, başkalarının size gösterdiklerinin ötesinde sizin kendi kendinize keşfettiğiniz uygulama yöntemleri de demek. Ahmet, iyi desen çiziyor, iyi malzeme kullanıyor, ancak Ahmet’in kompozisyon bilgisi zayıf; izleyiciyi kağıdın üzerinde nereye baktıracağını veya imgeler ve semboller kullanarak nasıl mesaj iletebileceğini bilmiyor. Görsel metin oluşturmada problemi var. Uzun tartışmalar, seminerler, karıştırılan onlarca kitap, hazırlanan bir sürü araştırma raporu, çeviriler, tezler; Artık Ahmet, basit bir çizgi öykü çizmenin ya da karikatür karalamanın naif hazzından uzaklaşmış, içindeki üretken sanatçının yanına kaprisli ve kancık bir eleştirmen oturtmuş, bambaşka bir şeye dönüşmüştür. Mehmet bu arada sorgulamadan üretir, sadece ona mutluluk veren şeyi yapmaya çalışmaktadır, hepsi bu?

Bir gün Musa Peygamber dua eden bir çoban görür. Çoban şöyle yakarmaktadır; “Ey Tanrım, yüceler yücesi! Benim bütün davarlarım sana kurban olsun. Etlerinden sana lokum gibi kavurma yapayım. Benim bütün yünlerimden sana atlas atlas hırkalar dikeyim. Güzel vücudunu has zeytinimden damıttığım yağımla ovayım. Çadırım sana konut olsun, suyum sana içki olsun...vesaire...”

Musa Peygamber, çobanı omuzlarından zarsar ve bağırır; “Be hey gafil! Allah, senin benim gibi insan mı ki zeytin yağlı masaja, kavurmaya, lokmaya ihtiyacı olsun? Sen ne yaptığını sanıyorsun?”

Çoban, korku ve utançtan çılgına döner, saçını başını yolar, üzerindeki kıyafetleri parçalar ve koşarak uzaklaşır. Musa, çobanı izerken birden gök yüzünden müthiş bir gümbürtü duyulur: “Ey Musa, o çobana niye çattın? Onu niye üzdün? O bizim bir garip kulumuzdu, bizi aklı erdiğince, gücü yettiğince severdi? Biz de onu severdik. Sen onu aklınla ezdin, bilginle utandırdın ve doğruluk yolundan uzaklaştırdın! Bunu niye yaptın?”

İçimizdeki ve dışımızdaki eleştirmenler, görevlerini icra ederken, koşulları, durumları ya da insanları göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Eleştiri işi yapıcı olmayacaksa zaten lüzumsuz bir eylemdir. Kimsenin dırdıra tahammülü yoktur. Beğeniler, akımlar, yaklaşımlar değişkendir, sonsuz olasılıklara ve sonuçlara gebedirler. Bir üretimin bütün içeriği, mesajı, tekniği dışında, özünde tek bir vazifesi vardır, o da ilham vermektir; verdiği ilhamla üretimi ve devinimi kışkırtmaktır. Bir nebze dahi olsa bu işi gerçekleştirebiliyorsa bu yeterlidir. Ayrıca Türkiye’nin bu alanda çok daha yoğun bir üretime muhtac olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple grafik kalite, çok da geri plana atılmamak kaydıyla, şu an için birincil önceliğimiz değildir. Birincil önceliğimiz, ne pahasına olursa olsun üretmektir.

Dört günden beri Deli Gücük; Osmanlı Taşrasından Korku Ve Dehşet Öyküleri adlı albümümüzü inceliyorum ve ne yalan söyleyeyim elimden bırakamıyorum. Hem “Hardcover” hem de “softcover” nüshasını ayrı ayrı seviyorum, parmaklarımı kabartmalı logonun üzerinde gezdiriyorum. Sayfaları karıştırıyorum, hikayeleri tekrar tekrar okuyorum. Kendi çocuğunuzu günahlarıyla, sevaplarıyla seversiniz ya; yok yazı sola kaymış, yok siyah beyazmış, yok şu çizim böyleymiş şurası şöyleymiş, umrumda değil. Bütün arkadaşlar, bütün çizerler ve yazarlar, gerçekten hayatlarını akıtmışlar, hepsini, bu antolojinin oluşmasında, dolaylı, dolaysız emeği geçen herkesi birer birer tebrik ediyorum. Sadece bir parçası olabilme şerefine eriştiğim için değil, aynı zamanda bir çizgi roman okuyucusu, bir toplayıcı, bir koleksiyoncu, bir fantastik ve korku edebiyatı takipçisi olarak kutluyorum. Keşke öyle bir dünyada yaşıyor olsaydık da sevdiğim herkese, karşıma çıkan herkese bir nüshasını çıkarıp hediye edebilseydim. Neşem bu kadar derin ve engin. Bu albümün Türk çizgi romanı, fantastik yazını ve de bulvar edebiyatı macerasında bir zirve değil belki, ama atılan önemli bir adım olduğuna dair inancım tam. Bu albümün içinde sergilenen çalışmalara imza atan değerli genç sanatçıların gelecekte, çok daha büyük, çok daha yüce eserler ortaya koyacaklarını da iyi biliyorum. Eleştirenlerin ve gıpta edenlerin bir an önce kağıda kaleme sarılmalarını, alternatiflerini, daha iyilerini üretmelerini diliyorum. Üretsinler ki satın alalım, okuyalım, gaza gelelim, biz de yapalım. Ve böylece bir hareket başlasın, grafik mizah, çizgi roman, fantastik ve bilim kurgu yazını canlansın, sesimizi ve öykülerimizi Dünya’ya duyursun.


M. Korkut Öztekin
link

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...